HAREM-S
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giriş yap

Şifremi unuttum


Ziyaret etmek için tıklayınız.



YAYINDAYIZ...
Bugün gazetenize baktınız mı?

Yorumcularımız Avrupa ve Türkiye Ligini sizler için değerlendiriyor.
Her hafta gazetenizde...
Tıklayın
Anket

Sitemizin dizaynını ve içeriğini nasıl buluyorsunuz?

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_lcap33%ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_rcap 33% [ 2 ]
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_lcap33%ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_rcap 33% [ 2 ]
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_lcap0%ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_rcap 0% [ 0 ]
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_lcap0%ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_rcap 0% [ 0 ]
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_lcap33%ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_rcap 33% [ 2 ]
ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_lcap0%ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Vote_rcap 0% [ 0 ]

Toplam Oylar : 6


ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ

Aşağa gitmek

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Empty ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ

Mesaj tarafından Admin 2/2/2009, 14:05

Güney Azerbaycan'ın Geylân
şehrinde 1078 (H.471)de doğdu. Künyesi, Ebû Muhammed'dir. Muhyiddîn,
Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbânî, Sultân-ul-evliyâ, Kutb-i a'zam gibi lakabları
vardır. Babası Ebû Sâlih bin Mûsâ Cengîdost'tur. Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı
Müsennâ'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır. Annesinin ismi Fâtıma, lakabı
Ümm-ül-hayr olup seyyidedir. Bunun için Abdülkâdir Geylânî, hem seyyid, hem
şerîfdir.
Hazret-i Hüseyin'in evladına seyyid, hazret-i
Hasan'ınkine şerîf denir.
Abdülkâdir Geylânî 1166 (H.561)'da
Bağdad'da vefât etti. Türbesi Bağdad'dadır.Fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehid
idi. Kâdiriyye tarîkatının kurucusudur. Orta boylu, zayıf bünyeli, geniş
göğüslü, ilm için vefâkârlıkta emsâli az bulunur bir velî
idi.

Abdülkâdir Geylânî daha
doğmadan, ilerde büyük bir zât olacağına dâir alâmetler, işâretler görülmüştü.
Babası rüyâsında Rasulullah efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı
kirâmı radıyallahü anhüm ve evliyâyı gördü. Rasulullah efendimiz kendisine; "Ey
Ebû Sâlih! Allah bu gece sana kâmil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlâd
ihsân etti. O benim oğlum ve sevdiğimdir. Evliyâ arasında derecesi yüksek
olacak." buyurdu. Doğduktan sonra da hâlleri ile dikkatleri çekti.

İlim tahsilini tamamlayıp
yetiştikten sonra, vaâz ve ders vermeye başladı. Hocası Ebû Saîd Mahzûmî'nin
medresesinde verdiği ders ve vaâzlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara
taşardı. Bu sebeple, Bağdad halkının yardımlarıyla çevresinde bulunan evler de
ilave edilmek sûretiyle medrese genişletildi.

Abdülkâdir-i Geylânî , bir müddet
ders verip insanları irşâd ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve
vaâz vermeyi bıraktı. İnzivâya çekilip, yalnızlığı seçti. Sonra sahrâlara çıktı.
Bağdad'ın Kerh harâbelerinde yaşamaya başladı. Bütün vaktini ibâdet, riyâzet ve
mücâhede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla
geçirmeye başladı. Buyurdu ki:

"Irak'ın sahrâ ve harâbelerinde
25 sene insanlardan uzak kaldım. Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu.
Bâzan uzun müddet yemezdim ve "Açım! açım!" diye midemin feryâdını duyardım.
Bâzan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi. Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berâber bir
kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla berâber kolaylık vardır." meâlindeki İnşirâh
sûresinin beşinci ve altıncı âyet-i kerîmelerini okuduğumda üzerimdeki
ağırlıklar dağılıp, giderdi."

Abdülkâdir Geylânî bu uzun
dolaşmalardan sonra Bağdad'a dönüyordu. Hazret-i Hızır önüne çıkıp, şehre
girmesine mâni oldu. "Emir var. Yedi sene Bağdad'a girmeyeceksin." dedi. Bu
sebeple, Bağdad'ın kenarlarında yedi yıl, yerden biten mübah bakliyatı yiyerek
bekledi. Bildirilen müddet bitince; "Ey Abdülkâdir! Bağdad'a gir, serbestsin."
diye bir ses duydu. Soğuk ve yağmurlu bir gecede Bağdad'a girdi. Doğru Şeyh
Hammâd bin Müslim Debbâs'ın zâviyesine geldi ve geceyi orada geçirdi.
Sabahleyin Şeyh Hammâd Debbâs onu görünce ağlayarak; "Oğlum Abdülkâdir! Bu
devlet bugün bizim, yarın sizin olacaktır." dedi.

Nihayet Abdülkâdir Geylânî
Bağdad'da insanları irşâda, Allah'ın beğendiği yolda bulunmaya dâvete ve nasîhat
etmeye başladı. Bir gün kendini nûrların kapladığını gördü. Bu hal nedir diye
sorunca, Resûlullah efendimiz Allah'ın sana verdiği yüksek dereceyi tebrik
etmeye geliyor, denildi. Nûrun git-gide çoğaldığı bir anda Resûlullah efendimiz
görünerek bir elbise verdiler. Sonra; "Bu, kutubluk denilen velîlere âit
evliyâlık elbisesidir." buyurdular.

Resûlullah efendimizden Hazret-i
Ali vâsıtasıyla gelen feyzler, mânevî ilimler ondan sonra Hazret-i Hasan ile
Hüseyin ve on iki imâmdan diğerleri ile devam etti. Bunlardan sonra gelen
evliyâya feyzler hep on iki imâm vasıtasıyla geldi. Abdülkâdir Geylânî dünyâya
gelip velî oluncaya kadar hep böyle idi. Fakat o evliyâlıkta yüksek dereceye
kavuşunca, on iki imâmdan gelen feyzler, ilimler, bereketler onun vâsıtasıyla
geldi. Başka hiç bir velî bu makâma ulaşamadı. Bunun için; "Önceki velîlerin
güneşi battı. Bizim güneşimiz ufuk üzerinde sonsuz kalacak, batmayacaktır."
buyurdular. Kıyâmete kadar, her velîye feyzler onun vasıtasıyla gelecektir.
Bunun için kendisine "Gavs-ül-A'zam(= En büyük Gavs) " denildi. İmâm-ı Rabbânî
bu hususda onun vekîlidir.

Abdülkâdir Geylânî tasavvuf
bilgilerini herkesin anlayacağı şekilde sundu. Rasulullah efendimizin
bereketiyle sözleri gayet tatlı ve tesirli idi. Kendileri şöyle
anlatır:

Hicrî beş yüz yirmi bir senesi
Şevval ayının on altısı olan Salı günü öğleden önce, Resûlullah efendimizi
rüyâmda gördüm."Ey oğlum, niçin konuşmuyorsun?" buyurdu. "Babacığım ben
yabancıyım. Bağdad fasîhlerinin yanında nasıl konuşurum?" dedim. "Ağzını aç!"
buyurdu. Ağzımı açtım. Yedi defâ ağzıma sürdü ve; "İnsanlarla konuş, onları
güzel hikmet ve vâzlar ile Rabbinin yoluna çağır." buyurdu. Öğle namazını
kıldım. Yanımda kalabalık insanlar gördüm. Nutkum tutuldu. Ali bin Ebî Tâlib'i
gördüm. Mecliste benim karşımda ayakta duruyor ve bana; "Ey oğlum niçin
konuşmuyorsun?" diyordu. "Babacığım! Nutkum, konuşmam tutuldu, konuşamıyorum."
dedim. "Ağzını aç." buyurdu. Açtım. Altı defâ sürdü "Niçin yediye
tamamlamadınız?" dedim. "Resûlullah'a karşı olan edebimden." buyurdu ve gözden
kayboldu. Bundan sonra en fasîh bir dille konuşmağa
başladım.

Birgün, minberde oturmuş vâz
ediyordu. Birden süratle en son basamağa indi. Ayakta, elini elinin üstüne
koyarak, mütevâzi bir şekilde durdu. Bir müddet sonra minbere çıktı. Eski yerine
oturdu ve vâzına devâm etti. Oradakilerden birisi, ne oldu diye suâl edince;
"Ceddim Resûlullah'ı gördüm. Geldi ve minber önünde durdu. Hayâ edip, son
basamağa indim. Kalkıp, gitmeye başlayınca, bana yerime oturmamı ve insanlara
vâz etmemi emr etti." dedi.

Sohbetlerinde bâzan birkaç kişi
coşarak kendinden geçerdi. Haftada üç gün, cumâ, salı ve pazartesi gecesi halka
vâz ederdi. Vâzında, âlim ve evliyâdan zatlar da bulunur, hepsi büyük bir huzûr
içerisinde dinlerlerdi. Kırk sene böyle devâm etti. Sorulan suâllere gâyet açık
ve doyurucu cevaplar verirdi.Ders ve fetvâ vermeye yirmi sekiz yaşında başlamış
olup, bu hâl altmış yaşına kadar devâm etti. Huzûrunda Kur'ân-ı Kerîm tegannîsiz
gâyet sâde, tecvide riâyetle okunurdu.

Derin ilim sâhibi idi. On üç
çeşit ilimde ders verirdi. Sabah ve ikindiden sonra tefsîr, hadîs ve fıkıh;
öğleden sonraları Kur'ân-ı kerîm ve kırâat dersleri okuturdu. Akşam ve sabah
ise, usûl-i fıkıh ile nahv, arabî cümle bilgisi verirdi. Onun bereketiyle
talebeler çabuk ilerlerdi.

Ebû Muhammed Haşşâb der
ki:"Gençken nahiv okuyordum. Bana bir gün Abdülkâdir Geylânî'nin vâzlarında çok
tesirli konuştuğunu söylediler. Vakit bulamadığım için gidemezdim. Nihâyet bir
gün vâz verdiği yere gittim. Beni görünce; "Bizim sohbetimizde bulun, seni
Sîbeveyh yapalım." dedi. O günden sonra yanından ayrılmadım. Din bilgilerinde ve
aklî ilimler denilen diğer yardımcı ilimlerde çok istifâde ettim.
"

Bir gün birisi huzûrunda Kur'ân-ı
kerîm okudu. Âbdülkâdir-i Geylânî okunan âyet-i kerîmeleri tefsîr etmeye
başladı. Kırk şekilde tefsîr yaptı ve hepsinin delilini gösterdi. Orada
bulunanlar yalnız on bir tefsîri anlayabildi ve dinleyenleri hayrette bıraktı.
Sonra; "Sözü burada bırakıyorum. Şimdi kelime-i tevhide geldik"Lâ ilâhe
illallah" dedi. Bunları söyler söylemez cemâatı bir hâl kapladı, hepsi
kendilerinden geçti.

Önce lâzım olan din bilgilerini
öğrenmeyi tavsiye ederdi. Cubbâî ismindeki bir zât anlatır: "Evliyânın
hayâtından ve sözlerinden bahseden arabî Hilyet-ül-Evliyâ kitabını birisinden
dinlemiştim. Kalbim yumuşadı ve halktan uzaklaşıp yalnız ibâdetle meşgûl olmak
istedim. Gidip Abdülkâdir Geylânî'nin arkasında namaz kıldıktan sonra huzûrunda
oturdum. Bana bakıp; "Eğer inzivâya çekilmek istersen, önce ilim, sonra da
mürşid-i kâmillerin huzûrunda edeb öğren. Daha sonra inzivâya, yalnız ibâdete
başla. Yoksa, ibâdet ederken dinde bilmediğin bir şeyi öğrenmek îcâbeder de,
yerinden ayrılmak durumunda kalırsın." buyurdu.

Abdülkâdir Geylânî 'nin şöhreti
her tarafı kaplayınca, Bağdad'ın ileri gelen âlimleri, herbiri bir mesele sorup
imtihân etmek için huzuruna gelip oturdular. Bu esnâda Abdülkâdir Geylânî'nin
göğsünden ancak kalb gözü açık olanların görebildiği bir nûr çıktı ve âlimlerin
göğsünden geçip gitti. Âlimleri bir hâl kapladı. Bunun üzerine onları tek tek
bağrına bastı ve şimdi suâllerinizi sorun buyurdu. Her biri suâllerini sorup,
hemen cevâbını aldı. Onlara; "Size ne oldu böyle?" denildiğinde; "Huzûrunda
oturduğumuzda, bütün bildiklerimizi unuttuk. Bizi bağrına basınca
unuttuklarımızı tekrar hatırladık. Suâllerimizi sorunca, öyle cevaplar aldık ki,
hayrette kaldık." dediler.

Ebû Sa'îd Kilevî şöyle
anlatmıştır: "Ben, Abdülkâdir-i Geylânî'nin meclisinde iken, Resûlullah
efendimizi ve gördüm.Bir defâsında da Hızır aleyhisselâmı görmüştüm. "Her kim
dünyâda kurtuluşa ermek ve saâdete kavuşmak isterse, Şeyh Abdülkâdir'in
meclisine devâm etsin!" buyurmuştu."

İbn-i Kudâme şöyle söylemiştir:
"1166 (H.561) yılında Bağdad'a girdiğimizde, Abdülkâdir-i Geylâni'yi ilmin
zirvesine yükselmiş gördük. O, ilmi ile amel eder, kendisine sorulan çetin
sorulara doyurucu cevaplar verirdi. Bütün güzel huylara ve üstün vasıflara
sâhipti. Onun gibi bir zâta daha hiç rastlamadık."

Dîne uygun olmayan bir şeye
müsâade etmezdi. Bir gün yanında; "Falanca çok ibâdeti ve kerâmetleri ile
meşhûrdur." diye konuşuldu ve bu arada;"Ben derece bakımından Yûnus
aleyhisselâmı geçtim." dediği nakledildi. Bunu duyunca yüzünde öfke eserleri
görüldü...

Çok sabırlı idi. Talebelerinin
suallerini kızmadan cevaplandırır, dersi geç anlayanlara sabırla anlatırdı. Ubey
isminde, anlatılanları zor kavrayan bir talebe vardı. Bir gün ders sırasında
İbn-üs-Semhal isminde bir zât gelmişti. Abdülkâdir Geylâni'nin onun dersi geç
anlamasına karşı gösterdiği tahammüle hayran kaldı. O talebe dersini alıp
çıktıktan sonra, gösterdiği sabra hayret ettiğini söyleyince, Abdülkâdir Geylânî
; "Bir hafta daha yorulacağım, ondan sonra vefât edeceğim." buyurdu. Dediği gibi
bir hafta sonunda vefât etti.
Admin
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 638
Kayıt tarihi : 19/02/08

https://harem-s.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ Empty Geri: ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ

Mesaj tarafından Admin 2/2/2009, 14:05

Vefâtı:
Abdülkâdir-i Geylânî vefât
edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: "Yanımdan ayrılın! Çünkü zâhirde,
görünüşte sizinle, bâtında Allah ile berâberim." Yine o esnâda buyurdular:
"Yanımda sizden başkaları da vardır. Onlara yer açın. Onlara edebi gözetin.
Burada büyük rahmet vardır. Onları sıkıştırmayın!" Yine; "Aleyküm-üs-selam ve
rahmetullahi ve berekâtühü. Allah beni ve sizi mağfiret etsin! Allah benim ve
sizin tövbelerimizi kabûl etsin!" Bir gün bir gece hep böyle
buyurdular.

Oğlu Şeyh Abdürrezzâk anlatır:

Gavs-ül âzam, o esnâda, ellerini
kaldırıp, uzattı ve "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü! Tövbe
ediniz!" buyurdu.

Vefât ederken iki defâ;
"Allahümme refîk al a'lâ." deyip; "Size geliyorum, size geliyorum." buyurdu.
Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından, ona ölüm ve sekerât hâli geldi. Bu
hâlde iken; "Bana kimse bir şey sormasın. Ben, Allah'ın ilminde bir hâlden başka
bir hâle geçmekteyim." buyurdu.

Son anlarında, oğlu Abdülcebbâr;
"Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz edince; "Bütün uzuvlarım acı
içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allah iledir."
buyurdu.

Oğlu Şeyh Abdülazîz;
"Hastalığınız nasıldır?" diye sorunca; "Benim hastalığımı, insan, cin ve
meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz. Allah'ın ilmi, hükmü ile nâkıs olmaz.
Hüküm değişir, ilim ise değişmez. Allah, dilediğini siler, dilediğini yazar.
Ümm-ül-kitab O'ndadır, O'na yaptığından suâl olunmaz. Kullara ise, yaptıkları
sorulur." buyurdu.

Daha sonra; "Kudret ile hâkim,
kullarına ölüm ile gâlib olan Allah, her ayıp ve kusurdan münezzehdir. Lâ ilâhe
illallah Muhammedün Resûlullah!" Sonra da; "Allah Allah Allah..." deyip sonra
sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp, mübarek rûhunu teslim
eyledi.

Cenâze namazını oğlu
Abdülvehhâb kıldırdı. Cenaze merasimine gelen büyük kalabalık sebebiyle ancak
gece defn edilebildi.

Abdülkâdir Geylânî heybetli
bir zat idi. Az konuşur, çok sükût eder, konuştuğunda gâyet câzib, açık ve net
konuşurdu. Şahsı için kızmaz ancak "din" husûsunda aslâ tâviz vermezdi.
Misafirsiz gece geçirmezdi. Zayıflara yardım eder, fakirleri doyururdu. İsteyeni
geri çevirmez, iki elbisesi varsa, mutlaka birini isteyene verirdi. Yanında
oturanlarda; "Ondan daha kerîm ve lütufkâr kimse olamaz." kanâati hâkim olurdu.
Sevdiklerinden biri gurbete çıksa, ondan haber sorar, sevgi ve alâkasını
muhâfaza ederdi. Kendisine kötü davrananları affederdi. Kötülüklere dalmış çok
kimse, hırsız ve eşkıyâ onun vâsıtasıyla tövbe etti. Köleleri satın alıp, âzâd
ederdi. Verdiği sözü tutar,kimseye karşı kötülük düşünmezdi. Anbarında helâlden
kazandığı buğday bulunurdu. Kendisine hediye gelse, yanındakilere dağıtır, bir
kısmını da, kendisine ayırırdı. Hediyeye, mutlaka karşılık
verirdi.


VASİYYETİ :
Oğlu Abdurrezzâk'a şöyle vasiyet
eyledi:

Ey oğlum! Allahü tealâ bize ve
sana ve bütün müslümanlara tevfîk, başarı ve muvaffakiyet ihsân eylesin! Sana
Allah'tan korkmanı ve O'na tâat üzere olmanı, dînimizin emir ve yasaklarına
riâyet etmeni ve hudûdunu gözetmeni vasiyet ederim.

Ey oğlum! Allah bize, sana ve
müslümanlara tevfîk versin! Bizim bu yolumuz, Kitap ve Sünnet üzere bina
edilmiştir. Kalbin selâmeti, el açıklığı, cömertlik, cefâ ve ezâya katlanmak ve
din kardeşlerinin kusurlarını affetmek üzere kurulmuştur.

Ey oğlum! Sana vasiyet ederim!
Derviş yâni Allah adamlarıyla berâber ol. Meşâyıha, tasavvuf büyüklerine hürmeti
gözet! Din kardeşlerinle iyi geçin! Küçük ve büyüklere nasîhat üzere ol. Dinden
başka şey için kimseye düşmanlık etme!

Ey oğlum! Allah bize ve sana
tevfîk versin! Fakirliğin hakîkati, senin gibi olana muhtaç olmaman, zenginliğin
hakîkati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir. Tasavvuf hâldir, söz
değildir, söz ile de ele geçmez. Dervişlerden, Allah'tan başkasına ihtiyaç
duymayan birisini görürsen, ona ilim ile değil, rıfk, yumuşaklık, güler yüz ve
tatlı söz ile muâmele eyle! Zîrâ ilim onu ürkütür, rıfk, yumuşaklık ise çeker ve
yaklaştırır.

Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin,
görüşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle görüşmen ise, kendine
değer vermiyerek olsun.

İhlâs üzere ol! İhlâs, insanların
görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır. Sebeplerde
Allah’a dil uzatma. Her hâlde Allah’dan gelene râzı ve sükûn üzere ol. Allah
adamlarının huzûrunda şu üç sıfat üzere bulun: Alcak gönüllülük, iyi geçinmek ve
kötülüklerden arınmış bir kalb. Hakîkî yaşamak, nefsini öldürmenle, nefsinin
arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemenle
olur."

Abdülkâdir Geylânî'nin kız ve
erkek pek çok çocuğu vardı. Nesli onlar vâsıtasıyla tarikatı dünyânın çeşitli
yerlerinde [ Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs (İspanya), Irak, Suriye ve Anadolu'da
] yayılmıştır. Oğullarından Ebû Abdurrahmân Şerafeddîn Îsâ Mısır'a hicret etmiş
olup şimdi Mısır'daki Kâdirî şeriflerin dedesi odur. Torunları, Kuzey Afrika'da
daha çok "Şerif "diye , Irak, Suriye ve Anadolu'da ise Seyyid ve Geylânî diye
anılmaktadır.
Admin
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 638
Kayıt tarihi : 19/02/08

https://harem-s.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz