Giriş yap
YAYINDAYIZ...
Bugün gazetenize baktınız mı?Yorumcularımız Avrupa ve Türkiye Ligini sizler için değerlendiriyor.
Her hafta gazetenizde...
Tıklayın
Davos'ta TAYYİP şov... Full.....
2 posters
Geri: Davos'ta TAYYİP şov... Full.....
Davos tepkisi bir milat mıdır?
Davos'ta yaşananlar sonrasında Türkiye'de iki tür tepki geldi.
Büyük halk kesimlerince
başbakanın tavrını "hissiyatın dile getirilmesi" olarak algıladı.
Benzer coşkunun Arap ülkelerinde de olması şaşırtıcı değil.
İkinci tepki ise üslubun
diplomatik olmadığı, İsrail'i küstüreceği endişesiyle eleştireldi.
Erdoğan'ın söylediklerinden çok nasıl söylediği ve sonuç olarak da
İsrail'in muhtemel tavrını merkeze alan bu yaklaşımın azınlık olduğunu
belirtmeye gerek yok. Ancak "geleneksel Türk dış politikası" söylemi
etrafında, başbakanı adeta İsrail'e jurnalleyen bir tarzda yapılan yayınların seçkinler nezdinde neye tekabül ettiğini söyelemeye gerek yok.
Bu iki tavrın analiz etmeden önce
Davos'ta gerçekte ne olduğuna bir bakmakta yarar var: Nobel barış
ödüllü, hatta bunca bebek katlini gerçekleştiren devletin başkanı
olarak "siyaset bilgesi" sıfatı yapıştırılan Perez'in Davos ortamı ve ruhu ile akrabalığı malum…. Panel muhtemelen Perez dışındaki panalistlerin 'konu mankeni'
olarak tasarlandığı bir İsrail acındırması şeklinde planlanmıştı. Amr
Musa ve Erdoğan'a tanınan kısıtlı sürede mahcup dille veya olanca
"diplomatik nezaket ölçülerine dikkat ederek", konuşacak Perez de
bunlardan arta kalan yani her ikisinin toplam süresinden fazla sürede
timsah gözyaşları dökecekti. Zavallı bebek katillerinin Hamas
teröründen neler çektiğini dünyanın önde gelen işadamı ve
siyasetçilerine anlatacak, tehdit edecek, barış dağıtacaktı.
Bu kurguyu başbakanın sert üslubu
bozdu. Perez bilgeliğini bir kenara bırakıp tehditkar sesle çirkinleşen
bir konuşma yapmak zorunda kaldı. Oturum başkanı, aslen Anadolu kökenli
gazeteci kurgunun bozulduğunu fark ettiği anda kalan kısmı kurtarmak
için başbakanı susturmaya kalkması bardağı taşıran son damla oldu.
Başbakanın tarzı farklı olsaydı bile bu kurgu karşısında ya daha
soğukkanlı ve zekice bir hamle ile oyunu ters çevirmesi gerekecekti ya
da biçilen role razı olacaktı.
Aslında İsrail'e karşı hiçbir
yaptırımı olmayan tavrın toplum nezdinde bu denli büyük karşılık
bulmasının sebepleri üzerinde düşünülmesi gerekir. İsrail'in
yaptığı haksızlıkları ya görmezden gelmiş ya gizli-açık destek vermiş
bir dış politika mağduru halkın bölgeye zorla ihraç edilen bir devletim
yöneticileri karşısındaki duruşunu ezikliğini atma çabası olarak okumalı.
Ortadoğuda sürekli işgal, kan ve ölümlerle gündeme gelen bir ülke
karşısında kendi yöneticilerinin sessizliği, hele bunu çaresizlik
olarak okunmasının yıllardır getirdiği birikim.
Hele her şeyin altında "Yahudi
parmağı" arayan dünya siyaseti yorumlamasının güncel gelişmelerle
doğrulanır görünmesi karşısında bir meydan okuma olarak algılıyor
sağ-muhafazakar ruh.
Gazze katliamından sonra hiç bir
Arap ülkesinin, hiçbir dünya liderinin israil'i eleştirmeyi bile göze
alamadığı (algısı) durumda retorik düzlemde de olsa bir çıkış bu fasit
dairenin kırılabileceği umudunu yeşertti.
İkinci gruba giren daha çok
buğüne kadar bölgeye sırt çevirmiş, ancak İsrail üzerinden komşularına
bakan dış politika yapımcılarının temsil ettiği seçkinci zümre için
İsrail'i kızdıran gelişme tam bir felaket. Üstelik dünya sermayesinin,
siyasetinin temsil edildiği bir toplantıda, panelde bile olsa
Türkiye'nin malum imajı adına hayıflanıyorlar. Burada tek yanlı
sığınmacı bir batı ilişkisi ve "ne yapsa haklı" mantığı ile yaklaşılan
İsrail algısı önemli.
Bunların dayandıkları en önemli tez şu. İsrail'e her anlamda ihtiyacımız var, kızdırırsak Amerika'yı ve batıyı karşımıza alırız.
Burada iki yanılgı var.
ilki başbakanın toplumun önemli kısmının hissiyatını yansıtan tavrının
doğru okunması. Belki ilk defa böylesi açık bir katliamdan sonra
başbakan düzeyinde İsrail'e sert eleştiriler getiriliyor. Ancak bu
eleştiri iç politikaya yansı/tıl/dığı gibi İsrail'le ilişkileri
kesecek, meydan okuyan bir tavır değil. Nitekim başbakan özellikle
İsrail'e karşı olmadığını , ayrıca Perez2le yaptığı telefon
görüşmesindeki ifadelerden de böyle bir amacı kesinlikle taşımadığını
beyan ediyor. Eleştirinin retorik düzeyinden fazla ileri gitmediği
bilinmelidir. Ne askeri anlaşmalar ne de ticari ilişkileri kesmeye
yönelik bir adım değil. Bu tavrın muhtemel iki sonucu var: her iki
sonuçta hemen hemen elde edilmiş gibi görünüyor. Türkiye Hamas'ın
diplomatik alana taşınmasını, çözümün tarafı olarak kabul görmesi
yönündeki görüşünü en üst düzeyde dile getirdi. Bu Hamas açısından
diplomatik başarı sayılabilir. Nitekim AB şim diden Hamas'a bu yönde
yeşil ışık yakabileceğini ima etmiştir.
Başbakanın savaşın
başından beri sergilediği çıkışlarının daha geniş kapsamda sonucu
ortadoğuda özellikle Hamas üzerinde bir İran etkisinin dengelenmesidir
Bu açıdan bakınca, İran'ın
yerine Türkiye gibi bir ülkenin ağırlık kazanması uluslar arası
sistemim son derece istediği bir sonuçtur. Bu amaca uygun olarak kimi
çıkışlara göz bile yumulabilir. İran'ın askeri ve ideolojik nüfuzunu
önlemek isteyen İsrail ve batının hatta bölge ülkelerinin yaptırımı
olamayan bir retorikle sağlanacak dengeyi tercih etmemeleri için bir
neden yok.
Buna bağlı olarak Filistin'de,
Arap ülkelerinde Türkiye'ye duyulan ilgi Erdogan'ın çıkışı kadar kendi
liderlerinin sergiledikleri açık suç ortaklığının ve buna karşı bir
umut arayışının sonucudur.
İsrail'i küstürmemek isteyenlerin
ideolojik tercihleri bir yana bırakılır, Türkiye'nin buraya muhtaç
olduğu tezi de çok geçerli görünmüyor. Türkiye'nin İsrail'e duyduğu
ihtiyaçtan çok İsrail'in Türkiye'ye ihtiyacı olduğu gerçeği kabul
edilmelidir
Bölgede Arap olmayan Müslüman ve
batı yanlısı, AB'ye girme yolunda, NATO üyesi bir ülkenin desteği
İsrail için strtajik bir değerdir. Savaş uçaklarından dag komandolarına
kadar askeri eğitim imkanı sunan; enerji hatlarından suya kadar pek
çok hayati alanda Türkiye'ye bağımlı olan, 70 milyonluk teknoloji
pazarı İsrail için vazgeçilmezdir. Üstelik Şah döneminin İran'la
kurdugu ilişkinin yerini alan Türkiye'ye İsrail'in ihtiyacı Ankara'nın
Amerika'daki Yahudi lobileirine olan ihtiyacı ile kıyaslanamaz.
Sonuçta İsrail'i küstürme korkusu yaşayanlar da İsrail'e iyi bir ders verilmesini bekleyenler de kıyasıya yanılgı içindeler..
Akif Emre -Dunyabulteni
Davos'ta yaşananlar sonrasında Türkiye'de iki tür tepki geldi.
Büyük halk kesimlerince
başbakanın tavrını "hissiyatın dile getirilmesi" olarak algıladı.
Benzer coşkunun Arap ülkelerinde de olması şaşırtıcı değil.
İkinci tepki ise üslubun
diplomatik olmadığı, İsrail'i küstüreceği endişesiyle eleştireldi.
Erdoğan'ın söylediklerinden çok nasıl söylediği ve sonuç olarak da
İsrail'in muhtemel tavrını merkeze alan bu yaklaşımın azınlık olduğunu
belirtmeye gerek yok. Ancak "geleneksel Türk dış politikası" söylemi
etrafında, başbakanı adeta İsrail'e jurnalleyen bir tarzda yapılan yayınların seçkinler nezdinde neye tekabül ettiğini söyelemeye gerek yok.
Bu iki tavrın analiz etmeden önce
Davos'ta gerçekte ne olduğuna bir bakmakta yarar var: Nobel barış
ödüllü, hatta bunca bebek katlini gerçekleştiren devletin başkanı
olarak "siyaset bilgesi" sıfatı yapıştırılan Perez'in Davos ortamı ve ruhu ile akrabalığı malum…. Panel muhtemelen Perez dışındaki panalistlerin 'konu mankeni'
olarak tasarlandığı bir İsrail acındırması şeklinde planlanmıştı. Amr
Musa ve Erdoğan'a tanınan kısıtlı sürede mahcup dille veya olanca
"diplomatik nezaket ölçülerine dikkat ederek", konuşacak Perez de
bunlardan arta kalan yani her ikisinin toplam süresinden fazla sürede
timsah gözyaşları dökecekti. Zavallı bebek katillerinin Hamas
teröründen neler çektiğini dünyanın önde gelen işadamı ve
siyasetçilerine anlatacak, tehdit edecek, barış dağıtacaktı.
Bu kurguyu başbakanın sert üslubu
bozdu. Perez bilgeliğini bir kenara bırakıp tehditkar sesle çirkinleşen
bir konuşma yapmak zorunda kaldı. Oturum başkanı, aslen Anadolu kökenli
gazeteci kurgunun bozulduğunu fark ettiği anda kalan kısmı kurtarmak
için başbakanı susturmaya kalkması bardağı taşıran son damla oldu.
Başbakanın tarzı farklı olsaydı bile bu kurgu karşısında ya daha
soğukkanlı ve zekice bir hamle ile oyunu ters çevirmesi gerekecekti ya
da biçilen role razı olacaktı.
Aslında İsrail'e karşı hiçbir
yaptırımı olmayan tavrın toplum nezdinde bu denli büyük karşılık
bulmasının sebepleri üzerinde düşünülmesi gerekir. İsrail'in
yaptığı haksızlıkları ya görmezden gelmiş ya gizli-açık destek vermiş
bir dış politika mağduru halkın bölgeye zorla ihraç edilen bir devletim
yöneticileri karşısındaki duruşunu ezikliğini atma çabası olarak okumalı.
Ortadoğuda sürekli işgal, kan ve ölümlerle gündeme gelen bir ülke
karşısında kendi yöneticilerinin sessizliği, hele bunu çaresizlik
olarak okunmasının yıllardır getirdiği birikim.
Hele her şeyin altında "Yahudi
parmağı" arayan dünya siyaseti yorumlamasının güncel gelişmelerle
doğrulanır görünmesi karşısında bir meydan okuma olarak algılıyor
sağ-muhafazakar ruh.
Gazze katliamından sonra hiç bir
Arap ülkesinin, hiçbir dünya liderinin israil'i eleştirmeyi bile göze
alamadığı (algısı) durumda retorik düzlemde de olsa bir çıkış bu fasit
dairenin kırılabileceği umudunu yeşertti.
İkinci gruba giren daha çok
buğüne kadar bölgeye sırt çevirmiş, ancak İsrail üzerinden komşularına
bakan dış politika yapımcılarının temsil ettiği seçkinci zümre için
İsrail'i kızdıran gelişme tam bir felaket. Üstelik dünya sermayesinin,
siyasetinin temsil edildiği bir toplantıda, panelde bile olsa
Türkiye'nin malum imajı adına hayıflanıyorlar. Burada tek yanlı
sığınmacı bir batı ilişkisi ve "ne yapsa haklı" mantığı ile yaklaşılan
İsrail algısı önemli.
Bunların dayandıkları en önemli tez şu. İsrail'e her anlamda ihtiyacımız var, kızdırırsak Amerika'yı ve batıyı karşımıza alırız.
Burada iki yanılgı var.
ilki başbakanın toplumun önemli kısmının hissiyatını yansıtan tavrının
doğru okunması. Belki ilk defa böylesi açık bir katliamdan sonra
başbakan düzeyinde İsrail'e sert eleştiriler getiriliyor. Ancak bu
eleştiri iç politikaya yansı/tıl/dığı gibi İsrail'le ilişkileri
kesecek, meydan okuyan bir tavır değil. Nitekim başbakan özellikle
İsrail'e karşı olmadığını , ayrıca Perez2le yaptığı telefon
görüşmesindeki ifadelerden de böyle bir amacı kesinlikle taşımadığını
beyan ediyor. Eleştirinin retorik düzeyinden fazla ileri gitmediği
bilinmelidir. Ne askeri anlaşmalar ne de ticari ilişkileri kesmeye
yönelik bir adım değil. Bu tavrın muhtemel iki sonucu var: her iki
sonuçta hemen hemen elde edilmiş gibi görünüyor. Türkiye Hamas'ın
diplomatik alana taşınmasını, çözümün tarafı olarak kabul görmesi
yönündeki görüşünü en üst düzeyde dile getirdi. Bu Hamas açısından
diplomatik başarı sayılabilir. Nitekim AB şim diden Hamas'a bu yönde
yeşil ışık yakabileceğini ima etmiştir.
Başbakanın savaşın
başından beri sergilediği çıkışlarının daha geniş kapsamda sonucu
ortadoğuda özellikle Hamas üzerinde bir İran etkisinin dengelenmesidir
Bu açıdan bakınca, İran'ın
yerine Türkiye gibi bir ülkenin ağırlık kazanması uluslar arası
sistemim son derece istediği bir sonuçtur. Bu amaca uygun olarak kimi
çıkışlara göz bile yumulabilir. İran'ın askeri ve ideolojik nüfuzunu
önlemek isteyen İsrail ve batının hatta bölge ülkelerinin yaptırımı
olamayan bir retorikle sağlanacak dengeyi tercih etmemeleri için bir
neden yok.
Buna bağlı olarak Filistin'de,
Arap ülkelerinde Türkiye'ye duyulan ilgi Erdogan'ın çıkışı kadar kendi
liderlerinin sergiledikleri açık suç ortaklığının ve buna karşı bir
umut arayışının sonucudur.
İsrail'i küstürmemek isteyenlerin
ideolojik tercihleri bir yana bırakılır, Türkiye'nin buraya muhtaç
olduğu tezi de çok geçerli görünmüyor. Türkiye'nin İsrail'e duyduğu
ihtiyaçtan çok İsrail'in Türkiye'ye ihtiyacı olduğu gerçeği kabul
edilmelidir
Bölgede Arap olmayan Müslüman ve
batı yanlısı, AB'ye girme yolunda, NATO üyesi bir ülkenin desteği
İsrail için strtajik bir değerdir. Savaş uçaklarından dag komandolarına
kadar askeri eğitim imkanı sunan; enerji hatlarından suya kadar pek
çok hayati alanda Türkiye'ye bağımlı olan, 70 milyonluk teknoloji
pazarı İsrail için vazgeçilmezdir. Üstelik Şah döneminin İran'la
kurdugu ilişkinin yerini alan Türkiye'ye İsrail'in ihtiyacı Ankara'nın
Amerika'daki Yahudi lobileirine olan ihtiyacı ile kıyaslanamaz.
Sonuçta İsrail'i küstürme korkusu yaşayanlar da İsrail'e iyi bir ders verilmesini bekleyenler de kıyasıya yanılgı içindeler..
Akif Emre -Dunyabulteni
Geri: Davos'ta TAYYİP şov... Full.....
Erdoğan, ‘kayyumcu’ liberal akıl hocalarını da zor durumda bıraktı
Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda,
“Demokrasi bir medeniyettir” diyerek HAMAS’ın Arap dünyasının en
demokratik seçimlerinde iktidara gelmesinin anlamı olmadığını söyleyen
Peres’e, “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” demesi sarsıcı etkiler yarattı.
Bu karşılıklı restleşmenin etkisinin ne olacağını kestiremediği
anlaşılan Peres’in tez elden özür dilemesi, krizin derinleşmesini
önlemek için olsa gerek.
Fakat tartışmanın bize gösterdiği çok önemli durumlar var ve bunları asla gözardı etmemeliyiz.
Erdoğan’ın Peres’e söylediği şu sözler, nasıl bir birikimin artık
yutkunulamaz hale geldiğinin kanıtlarından biri mesela: “Bana,
Filistin’e tank üzerinde girerken mutlu olduğunu söyleyen
başbakanlarınız var.”
Özel sohbetlerde Erdoğan’ı kendi taraflarında sayarak böylesine
içerden laflar edebilmiş demek ki İsrailliler. Erdoğan da bütün bu
konuşmalar sırasında onların tarafında sayılmayı içine atmış ve bir
türlü sindirememiş.
İşte Davos’taki bir panel sırasında bu haksızlık ve insafsızlık vicdanın sesi olarak ortaya dökülüverdi.
Belki siyonist lobi ve onun Türkiye’deki nüfuz ajanları diyecektir
ki, İsraillilerin Erdoğan’a emanet ettiği bu içeriden bilgileri orta
yere dökmek diplomatik etiğe sığmaz.
Olabilir, belki sığmayabilir ama Erdoğan da sonuçta bir insan,
üstelik hayatı dindarlık ikliminde geçmiş bir insan ve bu hazmedilmesi
imkansız lafları duymanın iç dünyasında yarattığı fırtınalar günün
birinde bu “günah”tan itirafla kurtulmasına yolaçacaktı zaten!
Batılılar Erdoğan’daki bu psikolojiyi iyi anlıyor olmalıdır.
Erdoğan İsraillilerin kendisine emanet ettiği bu sırları ifşa
etmekle kalmadı. Türkiye’ye döndüğünde yaptığı ilk açıklamada,
diplomatik üslubu, hele de “monşerler”in üslubunu hiç umursamadığını
açıkça söyleyiverdi.
Erdoğan’ın havalimanında yaptığı açıklamanın üslubu Yemen’de
İsrail karşıtı bir gösteride taşınan pankarttaki resme uygundu:
Venezuela Cumhurbaşkanı, Katar Emiri ve Erdoğan!
Eğer Yemen’in Türkiye ile birlikte BOP’un kurucu ayağı
olduğu ve o pankartın da o gösteriye Erdoğan’ın Ahmedinejad’dan rol
çalmasını planlayanlar tarafından sokulmuş olduğunu düşünmüyorsak
Türkiye’de siyonist lobinin kâbusu gerçek oluyor demektir.
Türkiye, Ortadoğu denilen ‘Merkez’in bundan bir önceki maliki
olarak İsrail denilen işgal projesinin bir vakitler kendi topraklarında
gerçekleşmiş bir ameliyat olduğunu hafızasının en derin çukurundan
çıkarmaya başlıyor. Mustafa Kemal Paşa’nın 1917’de, yedi düvelin bir
Yahudi devleti kurmak için bu toprakları parçalamak istediği tesbiti,
tarih ötesinden sıçrayıp gelerek onun kurduğu cumhuriyetin zihninde
şimşek gibi çakıyor. 1920’de Filistin’de siyonist terör örgütlerine ve
İngiliz işgaline isyan eden Arapların, ellerinde Osmanlının ayyıldızlı
bayrağı ve Mustafa Kemal Paşa’nın posterleriyle yürüyüşler yaptığını
hatırlıyor aniden.
Tarihin tam bu anında Gazze’deki katliama bir başka türlü bakmaya
başlayan Türkiye halkı, bu nedenle 22 günlük katliam boyunca
sokaklardan evine girmedi. İsrail’in Gazze’ye saldırısını kendi
topraklarına saldırı olarak algıladı. Tarihsel belleğindeki kritik
aşamaları film şeridi gibi ardarda sıraladı: Balkanların kaybedilmesi,
Yemen, Bağdat, Kudüs, Çanakkale’ye saldırı, Anadolu’nun işgali…
Bu işgal, yağma ve talan tarihinin geldiği son noktada, Güney
topraklarının anakaradan koparılarak binbir tezgah ve hile hurda ile o
topraklarda bir Yahudi ulus devletinin kurulması ve Filistinlilerin
kendi topraklarında mülteci haline gelmesi bugünkü Türkiye için
fazlasıyla ikaz edicidir.
Halk, bu uyarıcı mesajı aldığını, ortaya koyduğu İsrail karşıtı protesto gösterileriyle gösterdi.
Ancak halktaki Filistin duyarlılığının artmasından hoşnut olmayan kesimlerin bulunduğunu da gözden kaçırmamak gerekir.
Bu kesimlerin önde geleni, Doğan medya grubunda kümeleşen
kalemlerin temsil ettiği küçük bir azınlıktır. Bu azınlık, halkın
siyonizme karşı hassasiyetini ve İsrail’in katliamlarına gösterdiği
tepkiyi “Yahudi karşıtlığı” ile suçlayarak bastırmaya çalıştığı ama
bunda başarılı olamadığı görülüyor. Denenen yollardan bir diğeri ise
Gazze’deki katliama duyarlı olmanın doğal karşılanabileceği ama bu
duyarlılığın HAMAS’ı savunmaya yönelmemesi gerektiği yönündeki
propagandadır.
Başbakan Erdoğan’ın, HAMAS’ın siyasi bir parti olarak (Değişim ve
Demokrasi Partisi) sandıktan çıktığını, dolayısıyla da dışlanmasının
hiçbir şekilde kurallara uymadığını tekrarlaması, bu propagandanın da
Erdoğan üzerinde etkili olmadığını ortaya koydu.
Bir propaganda da İsrail’in Gazze’ye saldırmasına HAMAS’ın
ateşkesi bozması ve İsrail tarafına roketler göndermesi olduğu
yolundaydı. Hem Doğan medya grubunda, hem de Gülen Hareketi’nin
medyasında ortak dile getirilen bu iddia, yine Gülen Hareketi’nin
medyasındaki liberal yazarlar tarafından ezberletilmeye çalışılan
“Türkiye’nin yüzünün Doğuya dönük olamayacağı” fikri ile yanyana
Erdoğan’ın önüne kondu.
Erdoğan’ın Davos’taki tavrı, bu iki propaganda kalemini de elinin tersiyle ittiğini gösteriyor.
Şimon Peres’in “demokrasinin medeniyet olduğu”nu öne sürüp HAMAS’ı
bu çerçevenin dışında bırakması ile Zaman gazetesinde yazan (ve bu
grubun televizyonlarında program yapan) liberal (hatta muhafazakâr!)
yazarların aynı fikri dile getirmesinin demek ki Erdoğan nezdinde hiç
değeri yokmuş!
Hükümet yanlısı ve karşıtı medyadaki liberal yazarların ve
muhafazakârların, Türkiye’nin yönünün Batıya dönük olarak sabitlenmesi
gerektiğine olan güçlü inançları, Erdoğan’ın Ortadoğu sorunlarına
ilgisi nedeniyle zemin kaybediyor gibi görünüyor.
Onlar, tıpkı İsrail gibi, Türkiye’nin de Batının kayyumluğunda
modernleşmesi gerektiğine duydukları sarsılmaz inançlarını bugüne kadar
AK Parti hükümetinin stratejik güzergahı yapmayı başarmakla
övünüyorlardı. Ama Davos’tan sonra bu konudaki böbürlenmelerini daha
mütevazi seviyelere çekmek zorunda kalacaklardır.
Bugüne kadar pek ses çıkarmasa da Erdoğan, liberal ve muhafazakâr
yazarların Doğu ile temas konusuna cüzzamlı fikir muamelesi yapmalarına
muhtemelen içten içe bozuluyor ama bunu belli etmiyordu. İsrail
Cumhurbaşkanı Peres karşısındaki net tavrına bakınca artık iç
dünyasındaki bu isyanı gizlemek gereğini duymadığı sonucunu çıkarmak
mümkün.
Mesele, esas itibariyle, Türkiye’nin Batının kayyumluğunda
modernleşmeyi kabul etmesi ve tabii buna bağlı olarak, bu modeli kabul
eden AK Parti iktidarının ancak bu fikirde olduğu sürece iktidarda
kalmayı hakettiği varsayımıdır. Bu yaklaşımın liberal kesim tarafından
yüksek sesle dile getirildiğini, ama bazı muhafazakârların da iktidar
uğruna bu düşünceye destek verdiğini söyleyebiliriz.
Erdoğan’ın Peres’e karşı (panelin moderatörüne tepki gösterildiği
iddiasının yeni siyonist propaganda olduğuna dikkat edilmeli!) tutumu
tam da bu fikre karşı tavır olarak değerlendirilebilir.
Erdoğan’ın bu tavrı sürdürmesinin iktidar için yeni bir durum
meydana getireceğine kuşku yoktur. Ya da komplo teorisinden yana
olanların düşündüğü gibi, bütün bunlar belli bir amacın (içeride yerel
seçimler, dışarıda BOP liderliği) icrası için mizansendir. O zaman analizlerimiz baki kalmakla birlikte onun sonuçlarına dair temennilerimizden vazgeçeriz olur biter.
Kenan camurcu-fikritakip
Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda,
“Demokrasi bir medeniyettir” diyerek HAMAS’ın Arap dünyasının en
demokratik seçimlerinde iktidara gelmesinin anlamı olmadığını söyleyen
Peres’e, “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” demesi sarsıcı etkiler yarattı.
Bu karşılıklı restleşmenin etkisinin ne olacağını kestiremediği
anlaşılan Peres’in tez elden özür dilemesi, krizin derinleşmesini
önlemek için olsa gerek.
Fakat tartışmanın bize gösterdiği çok önemli durumlar var ve bunları asla gözardı etmemeliyiz.
Erdoğan’ın Peres’e söylediği şu sözler, nasıl bir birikimin artık
yutkunulamaz hale geldiğinin kanıtlarından biri mesela: “Bana,
Filistin’e tank üzerinde girerken mutlu olduğunu söyleyen
başbakanlarınız var.”
Özel sohbetlerde Erdoğan’ı kendi taraflarında sayarak böylesine
içerden laflar edebilmiş demek ki İsrailliler. Erdoğan da bütün bu
konuşmalar sırasında onların tarafında sayılmayı içine atmış ve bir
türlü sindirememiş.
İşte Davos’taki bir panel sırasında bu haksızlık ve insafsızlık vicdanın sesi olarak ortaya dökülüverdi.
Belki siyonist lobi ve onun Türkiye’deki nüfuz ajanları diyecektir
ki, İsraillilerin Erdoğan’a emanet ettiği bu içeriden bilgileri orta
yere dökmek diplomatik etiğe sığmaz.
Olabilir, belki sığmayabilir ama Erdoğan da sonuçta bir insan,
üstelik hayatı dindarlık ikliminde geçmiş bir insan ve bu hazmedilmesi
imkansız lafları duymanın iç dünyasında yarattığı fırtınalar günün
birinde bu “günah”tan itirafla kurtulmasına yolaçacaktı zaten!
Batılılar Erdoğan’daki bu psikolojiyi iyi anlıyor olmalıdır.
Erdoğan İsraillilerin kendisine emanet ettiği bu sırları ifşa
etmekle kalmadı. Türkiye’ye döndüğünde yaptığı ilk açıklamada,
diplomatik üslubu, hele de “monşerler”in üslubunu hiç umursamadığını
açıkça söyleyiverdi.
Erdoğan’ın havalimanında yaptığı açıklamanın üslubu Yemen’de
İsrail karşıtı bir gösteride taşınan pankarttaki resme uygundu:
Venezuela Cumhurbaşkanı, Katar Emiri ve Erdoğan!
Eğer Yemen’in Türkiye ile birlikte BOP’un kurucu ayağı
olduğu ve o pankartın da o gösteriye Erdoğan’ın Ahmedinejad’dan rol
çalmasını planlayanlar tarafından sokulmuş olduğunu düşünmüyorsak
Türkiye’de siyonist lobinin kâbusu gerçek oluyor demektir.
Türkiye, Ortadoğu denilen ‘Merkez’in bundan bir önceki maliki
olarak İsrail denilen işgal projesinin bir vakitler kendi topraklarında
gerçekleşmiş bir ameliyat olduğunu hafızasının en derin çukurundan
çıkarmaya başlıyor. Mustafa Kemal Paşa’nın 1917’de, yedi düvelin bir
Yahudi devleti kurmak için bu toprakları parçalamak istediği tesbiti,
tarih ötesinden sıçrayıp gelerek onun kurduğu cumhuriyetin zihninde
şimşek gibi çakıyor. 1920’de Filistin’de siyonist terör örgütlerine ve
İngiliz işgaline isyan eden Arapların, ellerinde Osmanlının ayyıldızlı
bayrağı ve Mustafa Kemal Paşa’nın posterleriyle yürüyüşler yaptığını
hatırlıyor aniden.
Tarihin tam bu anında Gazze’deki katliama bir başka türlü bakmaya
başlayan Türkiye halkı, bu nedenle 22 günlük katliam boyunca
sokaklardan evine girmedi. İsrail’in Gazze’ye saldırısını kendi
topraklarına saldırı olarak algıladı. Tarihsel belleğindeki kritik
aşamaları film şeridi gibi ardarda sıraladı: Balkanların kaybedilmesi,
Yemen, Bağdat, Kudüs, Çanakkale’ye saldırı, Anadolu’nun işgali…
Bu işgal, yağma ve talan tarihinin geldiği son noktada, Güney
topraklarının anakaradan koparılarak binbir tezgah ve hile hurda ile o
topraklarda bir Yahudi ulus devletinin kurulması ve Filistinlilerin
kendi topraklarında mülteci haline gelmesi bugünkü Türkiye için
fazlasıyla ikaz edicidir.
Halk, bu uyarıcı mesajı aldığını, ortaya koyduğu İsrail karşıtı protesto gösterileriyle gösterdi.
Ancak halktaki Filistin duyarlılığının artmasından hoşnut olmayan kesimlerin bulunduğunu da gözden kaçırmamak gerekir.
Bu kesimlerin önde geleni, Doğan medya grubunda kümeleşen
kalemlerin temsil ettiği küçük bir azınlıktır. Bu azınlık, halkın
siyonizme karşı hassasiyetini ve İsrail’in katliamlarına gösterdiği
tepkiyi “Yahudi karşıtlığı” ile suçlayarak bastırmaya çalıştığı ama
bunda başarılı olamadığı görülüyor. Denenen yollardan bir diğeri ise
Gazze’deki katliama duyarlı olmanın doğal karşılanabileceği ama bu
duyarlılığın HAMAS’ı savunmaya yönelmemesi gerektiği yönündeki
propagandadır.
Başbakan Erdoğan’ın, HAMAS’ın siyasi bir parti olarak (Değişim ve
Demokrasi Partisi) sandıktan çıktığını, dolayısıyla da dışlanmasının
hiçbir şekilde kurallara uymadığını tekrarlaması, bu propagandanın da
Erdoğan üzerinde etkili olmadığını ortaya koydu.
Bir propaganda da İsrail’in Gazze’ye saldırmasına HAMAS’ın
ateşkesi bozması ve İsrail tarafına roketler göndermesi olduğu
yolundaydı. Hem Doğan medya grubunda, hem de Gülen Hareketi’nin
medyasında ortak dile getirilen bu iddia, yine Gülen Hareketi’nin
medyasındaki liberal yazarlar tarafından ezberletilmeye çalışılan
“Türkiye’nin yüzünün Doğuya dönük olamayacağı” fikri ile yanyana
Erdoğan’ın önüne kondu.
Erdoğan’ın Davos’taki tavrı, bu iki propaganda kalemini de elinin tersiyle ittiğini gösteriyor.
Şimon Peres’in “demokrasinin medeniyet olduğu”nu öne sürüp HAMAS’ı
bu çerçevenin dışında bırakması ile Zaman gazetesinde yazan (ve bu
grubun televizyonlarında program yapan) liberal (hatta muhafazakâr!)
yazarların aynı fikri dile getirmesinin demek ki Erdoğan nezdinde hiç
değeri yokmuş!
Hükümet yanlısı ve karşıtı medyadaki liberal yazarların ve
muhafazakârların, Türkiye’nin yönünün Batıya dönük olarak sabitlenmesi
gerektiğine olan güçlü inançları, Erdoğan’ın Ortadoğu sorunlarına
ilgisi nedeniyle zemin kaybediyor gibi görünüyor.
Onlar, tıpkı İsrail gibi, Türkiye’nin de Batının kayyumluğunda
modernleşmesi gerektiğine duydukları sarsılmaz inançlarını bugüne kadar
AK Parti hükümetinin stratejik güzergahı yapmayı başarmakla
övünüyorlardı. Ama Davos’tan sonra bu konudaki böbürlenmelerini daha
mütevazi seviyelere çekmek zorunda kalacaklardır.
Bugüne kadar pek ses çıkarmasa da Erdoğan, liberal ve muhafazakâr
yazarların Doğu ile temas konusuna cüzzamlı fikir muamelesi yapmalarına
muhtemelen içten içe bozuluyor ama bunu belli etmiyordu. İsrail
Cumhurbaşkanı Peres karşısındaki net tavrına bakınca artık iç
dünyasındaki bu isyanı gizlemek gereğini duymadığı sonucunu çıkarmak
mümkün.
Mesele, esas itibariyle, Türkiye’nin Batının kayyumluğunda
modernleşmeyi kabul etmesi ve tabii buna bağlı olarak, bu modeli kabul
eden AK Parti iktidarının ancak bu fikirde olduğu sürece iktidarda
kalmayı hakettiği varsayımıdır. Bu yaklaşımın liberal kesim tarafından
yüksek sesle dile getirildiğini, ama bazı muhafazakârların da iktidar
uğruna bu düşünceye destek verdiğini söyleyebiliriz.
Erdoğan’ın Peres’e karşı (panelin moderatörüne tepki gösterildiği
iddiasının yeni siyonist propaganda olduğuna dikkat edilmeli!) tutumu
tam da bu fikre karşı tavır olarak değerlendirilebilir.
Erdoğan’ın bu tavrı sürdürmesinin iktidar için yeni bir durum
meydana getireceğine kuşku yoktur. Ya da komplo teorisinden yana
olanların düşündüğü gibi, bütün bunlar belli bir amacın (içeride yerel
seçimler, dışarıda BOP liderliği) icrası için mizansendir. O zaman analizlerimiz baki kalmakla birlikte onun sonuçlarına dair temennilerimizden vazgeçeriz olur biter.
Kenan camurcu-fikritakip
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz